Sekülerleşme olgusu, hem din hem de ahlak için derin etkileri olan bir değişim, modern batı toplumun tanımlayıcı bir özelliği olarak ortaya çıkmıştır. Geleneksel inançlar rasyonel düşünce ve bilimsel ilerleme karşısında zayıflarken, birçok insan bir zamanlar hayatlarını tanımlayan manevi kurallardan giderek daha fazla kopmuştur. Aydınlanma Çağı, inancın yerine aklın önceliklendirilmesiyle özellikle dinsel kurumların otoritesini daha da zayıflatan sanayi devrimi ile birlikte sekülerleşmenin etkisi toplum üzerinde arttı. Bu makale amaç sekülerleşmenin tarihsel bağlamını ve din üzerindeki etkisini incelemek, sekülerleşme ile ahlaki çerçeveler arasındaki ilişkiyi analiz ederek ve dinsel etkinin bireysel ve toplumsal değerler üzerindeki aşınmasının sonuçlarını ortaya koymak olacaktır. Sonuç olarak, inançtan uzaklaşmanın yalnızca toplumun ahlaki temellerini sarsması tehdidi ile kalmayıp ortaya yeni ahlaki manzumeler listesinin koymasının pek mümkün olmayacağı konusunu tartışacağız.
Toplumun sekülerleşmesini tam olarak anlamak için, öncelikle onun tarihsel bağlamını, özellikle de aklı ve deneysel olarak gözlemlenebilen bilginin temel taşları olarak savunan Aydınlanma Çağı’nı ele almalıyız. Bu entelektüel uyanıştan önce, inanç insanların dünyayı ve içindeki yerlerini anlamalarında merkezi bir rol oynuyordu. Descartes ve Kant gibi filozoflar, bireyleri yerleşik normları sorgulamaya ve rasyonaliteye güvenmeye teşvik ettiler ve bu da dini otoritenin kademeli olarak aşınmasına yol açtı. Bu geçiş, yalnızca ekonomileri dönüştürmekle kalmayıp aynı zamanda toplumsal yapıları da değiştiren, kentleşmeye ve bir zamanlar dini geleneklerle bağlı sıkı sıkıya bağlı toplulukların dağılmasına yol açan sanayileşme tarafından daha da hızlandırıldı. Bu tarihsel süreç, sekülerleşmenin inancın, dini değerlerin yeniden tanımladığını ve inancın artık ahlaki veya etik davranış için bir ön koşul olmadığı bir topluma nasıl yol açtığını gösteriyor. Sekülerleşme ve ahlaki çerçeveler arasındaki ilişki, toplumlar dini değerlerden seküler hayata geçiş yaptıkça önemli ölçüde değişmiştir. Dini denetimin azalmasıyla birlikte, ahlaki standartların öznel olduğunu öne süren etik görelilik yaygın bir bakış açısı haline gelmiştir. Bu değişim, sosyal normların sıklıkla tartışıldığı ve yeniden tanımlandığı karmaşık bir manzarayla sonuçlanmıştır. Örneğin, çeşitli cinsel yönelimlerin ve cinsiyet kimliklerinin giderek daha fazla kabul görmesi, genellikle geleneksel dini öğretilerle keskin bir şekilde çelişen seküler toplumlardaki gelişen yeni ahlaki normları göstermektedir. Ortak bir ahlaki doktrinin yokluğu, farklı grupların doğru ve yanlışı farklı yorumları ve savunması ve bu çoğulcu ortamda karar almaya rehberlik edebilecek tutarlı üst bir aklın olmaması genellikle parçalanmaya yol açmaktadır. Bireyselleşmenin ön plana çıktığı bu parçalanmış ortam ortak bir ahlaki çerçeve belirlenmesi mümkün olmamaktadır.
Dinin bireysel ve toplumsal değerler üzerindeki etkisinin aşınmasının sonuçları önemli ve kapsamlıdır. Gözlemlenebilir bir sonuç, bir zamanlar paylaşılan inançlar ve uygulamalar etrafında bir araya gelen toplulukların kendilerini giderek daha fazla parçalanmış bulmasıyla, sosyal uyum ve sosyal sermayenin azalmasıdır. Araştırmalar, daha yüksek sekülerleşme seviyelerine sahip toplumların, bireyler geleneksel olarak dini kurumların sağladığı toplumsal destek olmadan hayatlarını sürdürdükçe, genellikle artan yalnızlık ve ruh sağlığı sorunları oranları yaşadığını göstermektedir. Ek olarak, bireyselciliğin yükselişi, odak noktasını kolektif ahlaktan kişisel etiğe kaydırmış ve sıklıkla bireylerin birbirlerine karşı hissettikleri sorumluluk duygusunu zayıflatmıştır. Bununla birlikte, bu sekülerleşme, insanların anlam arayışında yeni yollarını aradıkça, maneviyat ve alternatif inanç sistemlerine olan ilginin yeniden canlanmasına da yol açmıştır. Farkındalık ve yeni çağ maneviyatı gibi hareketler, geleneksel dini yapıların yokluğunda bile, ahlaki temele duyulan ihtiyacın giderek artan farkındalığını yansıtır.
Sonuç olarak, toplumun sekülerleşmesi geleneksel toplumsal yapımızda köklü bir dönüşümü temsil eder ve geleneksel ahlaki çerçevelere ve bireysel değerlere büyük bir tehdittir. Sekülerleşme toplumu şekillendirmeye devam ederken ortaya çıkan toplumsal sorunlar ahlaki göreliliğin toplum açısından çok ciddi bir tehdit olduğunu göstermiştir. İnancın aşınması gerçekten de yerleşik ahlaki normlardan bir sapmaya neden olmaktadır. Sekülerleşmenin bireyselliği arttırması ve bireyselleşmiş bir toplumun ortak bir ahlaki ilkeler üzerinde uzlaşmasını imkansız kılmaktadır. Dolaysıyla seküler toplumlarda ahlak, etik kavramının olması mümkün görülmemektedir.